26 Temmuz 2017 Çarşamba

Pasaj X


İnsan yalnızca seksen yaşına gelince mi anlayabiliyor, elindekilerinin ya da kaybettiklerinin kıymetini? Bazıları o zaman bile anlayamayacak. Yazık. Yine içim bir yerlere dokundu, kansere yakalandığımda yetmiş yaşında değildim ama acılarım o yaşlara eşitti. Saçlarımın, kaşlarımın ve kirpiklerimin dökülmesini bile unutturacak şekilde bir azaptı o kemoterapi.
Kilo kayıplarımın bile farkında değildim, kendimin varlığını bile o derece unutmuştum. Yüzümdeki masumluk yerini daha o yaşta çoktan şiddetli acı çekilen, sancı kasılmalarına bırakmıştı kendini.
Gülümsemenin yerini, ciddiyet, dalga geçmenin yerini sessizlik, uzaklara dalması gereken gözlerin yerini derinlik, düşünmenin yerini boşluk, görmenin yerini çukur almıştı. Kendimin o kadar farkında değildim ki, cesedimi sürükleyen otuz sekiz kilo, kocaman gözlü, minik bir bedendim.
Aradan on yıl değil elli yıl da geçse hiç eskimeyecek bir acı bu, daha doğrusu azap, yazmaya başladığımdan beri öyle hitap ediyorum ona. Gerçekten yüreği yetenler bir kanser hastasıyla empati yapsınlar, yanlarına gitmenize bile gerek yok, hücreleri öldüren o ilacın sizlerin damarlarınızdan bir kere geçtiğini hayal edin, özellikle hayatından şikayetçi olanlar, nasıl bomboş şeylere üzülüp, yakındığınızı anlayacaksınız. İnsanın her zerresi birden acır mı? Acıyormuş işte. Her şeyden memnun olmaya çalışmamın nedeni belki de budur, küçük yaşta bunları görmüş, dahası bire bir yaşamış olmam.
Yine de hiç istemezdim bir dakikasını bile yaşamayı, bana belki yazmayı verdi, belki kitapları sevmeyi öğretti ama yine de istemezdim. Yılda bir kere bile onkoloji servislerine gidip, sadece etrafı beş dakika kadar süzmeniz yeterli hâlinizden memnun olmak için. Ha ben şimdi hiç mi yakınmıyorum? Çok mu memnunum her şeyden? Hayır, tabi ki öyle olmuyor, kendi yaşasa da hiç unutmasa da yine de bir an geliyor, beynin üzülecek, kafayı takacak başka şeyler buluyor, insan olmanın bir şartı da sanırım saçmalamak. Bazen bu hakkı kullanma ihtiyacı hissediyorum herkes gibi.

Nevin Akbulut
Yirmi Beş Temmuz İki Bin On Yedi 16 00

27 Nisan 2017 Perşembe

Pasaj IX



Tüm çocukluğu boyunca anne-babası kızacak diye sesini bile çıkaramayan bir çocuğun travmasını hiçbir kitap yazamaz.
Anlatsa bile yeterli gelmez bazı şeyler. Büyüse dahi değişmeyen şeyler olacaktır, hep vardır. Kimsesizliğinin ve güvensizliğinin yerini korku ve kitaplarla doldurmuştur. Birkaç satır da olsa karalamadan günü geçmez, kitapsız dolaştığı bir anı bile yoktur. Sessizliğe yönelmesi hep bundandır. Sarıldığı tek şey kelimelerin yakıcılığıdır. İçine küçükken yerleştirilen şiddeti bir şekilde susturmayı başarmıştır. Yoksa her an cinnet geçirmek için bir nedeni hep hali hazırda bulunmaktadır. Ama başaramadığı bir şey vardır, insanlar arasındaki konumu, genellikle silikliği seçer, görünmez olmayı ister, ne kadar az fark edilirse o kadar iyi, o kadar suç oranı azalacaktır sanki. Az konuşur, sadece ihtiyacı kadar yemek yer, düzensizdir, dağınıklığının bir anlamı vardır. Yalnızca ihtiyaç duyduğu kadar muhataptır dış dünyayla. En masum zamanlarında bile kendini suçlu olduğuna inandırmıştır, dünyaya gelmesiyle birlikte başlayan bir suç. Hâlbuki o istememiştir gelmeyi, direnmiştir de gelmemek için, ama zorla hayata döndürmüşlerdir. Hayata zorla getirilen insanların başka bir şeye dönüştüğü gerçeği vardır. Travmasının içine yerleştirdiği hazin hikâyesini kimselere göstermeye gerek duymaz, gösterdiğinde daha çok acıyacağını öğretmiştir artık zaman. Kendini hiç kimseye benzetemez, bir idolü yoktur, hikâyesini de yok saydığı gibi. Üstelik ne kadar yakınlaşsa da kimsenin hayatında yer etmesine müsaade edemez. Bahaneleri hep hazırdır ama anlatmaya üşenir.
Bizimki belki de tüm cinneti içimizde büyütmek, yoksa sakin görünümlü yaratıklarız. Dünyaya nur topu gibi bir cinnet getireceğim, kimin sebep olduğunun önemi yok. Mis gibi patlayacak içimle birlikte.
Yirmi Yedi Nisan İki Bin On Yedi 16:00
Nevin Akbulut

3 Nisan 2017 Pazartesi

Pasaj VIII


Kadere fazla inanmışım ya da onu yanlış anlamışım. Beni alıp, götürecek bir kaderi bekledim hep kederle, ama olmadı. Tümgün kendimi tedavi edip, akşamları da öldürmeye çalışıyorum. Sonra bir ışık geliyor, bir aydınlanma. Şimdi buraya bu fotoğrafı koyunca herkes mutlu sanıyor ya da sigara içen bir fotoğraf koysam hep sigara içiyorum zannediliyor, hep bu fotoğraftaki gibi yerleşiyorum zihinlere. Oysa ruhum dolaşıyor, yerleşik düzeni galiba artık sevmiyoruz. Ama öyle değil, yine de görünmeyen şeyler var mesela sigara içmediğim, içmemem gerektiği ve bunu dert etmiyorum tabi. Yazar olmanın tek şartı sigara içmek değildir elbette. Yukarıda söylediğim gibi hayalimdeki sigarayı yakıp, kendi yansımamın dudaklarına konduruyorum, belki gerçekten bir yansıma olur ve bir aydınlanma... Şimdi diye bu kadar çok konuştum ki bunca susarken?

Üç Nisan İki Bin On Yedi 12:00