1 Temmuz 2016 Cuma

Umut Kırıntısı

Ben İstanbul'um.

Haziran'da ölmek zordu
Ama ya böylesi kolayca öldürmek?

Pijamamı özlemiştim, tam‪‎haziran yazıları okuyordum. Haziran şiirlerini de, tam da haziran gidecekken... Haziran'ın bu hâlini hiç ama hiç özlememiştim. Benim düşlediğim haziran bu değildi. Hiç değildi! Haziran'da ölmek zordu, böyle ezberlemiş, buna inanmıştık. Bir sürü yazar, şair de bu ayda ölmüştü. Ama ya böylesi ölmek? Parçalanarak ve gürültüyle, etrafında bir sürü insanla, çocukla birlikte... Diyecek bir şey bulamıyorum. Allah rahmet eylesin cümlesine, ailelerine ve ülkemize de sabır diliyorum ve kafayı oynatmamak için bizlere de sabır, ancak bir felaket geldiğinde dilenirmiş Allahtan ve bu gerçek bir felaket. Kınamak, beddua etmek, küfür etmek ya da gözyaşı dökerek geçiştirebileceğimiz bir şey değil bu.

Dilime varmayan, kalbimde mecbur kalmış kelimeler var, içimden sayıkladığım; umut diye başlayan ama devamı gelmeyen. Aklım bozulmuş bir saat gibi.

Kışın kuruyan ağaç ve çiçeklerin ertesi sene baharda tekrar açması gibi insanın içindeki umut da sönmüyor, bir sonraki bahara kalıyor sevinçlerimiz ya da yüzümüzdeki hüzün donup kalıyor, büyük bir üzüntü karşısında, kayıplarımız karşısında boğazımıza düğümlenen o düğüm, oturuyor ve hiçbir yere gitmiyor. Şoka giriyoruz bazen de hiçbir şey yapamıyoruz, gülemiyor, ağlayamıyoruz. Yalnızca Allah’a havale ediyoruz dudaklarımızın kıpırdayabildiğince…

Onca gerçekçi olmama rağmen, yine de bir yerlerde bir umut kırıntısı kaldığını hissediyor ve onu yok saymak istemiyorum ama tam da şu zamanlar da o da yok oluyor. Artık yarınlar için plan kurmak, inanmak, başaracağını hissetmek falan hepsi bir hayalden ibaret ki hayal edebilmek için bile bir miktar umuda ihtiyacı var insanın. Şu insanlık dışında olan yaratıklardan bıktım, hiçbir suçu olmadığı hâlde masum insanların ölmesinden duyduğum üzüntüden boğuluyorum. Cehaletin ödül aldığı, kötülerin kahraman olduğu, iyilerin ve onurlu insanların cezalandırıldığı bir dünyada yaşamak istemiyorum artık. Ya pisliklerinizi de alın, gidin ya da ben gerçekten gideyim. Kalbimizden vuruluyoruz her geçen gün ve saat. Eksiliyoruz, ölüyoruz, bitirilmeye çalışılıyoruz. İğrenç emellerinizden ve çirkin enerjilerinizden tiksiniyorum. Üstelik bu kötü güçlerinizi masum insanlar üzerinde yapmanızdan duyduğum tiksintide boğulsam yeridir. İnsanlığımdan utandığım zamanlardayım, keşke insan olmasaydım ve bunları yaşayıp, bilmeseydim, görmeseydim. İsyanım hiçbir yere yetişmez, yetişmeyecek de biliyorum, tıpkı lanetlerimizin hiçbir yere erişmediği gibi.

“Canımız sağolsun” diyoruz, canımızdan vuruluyoruz. Onca felaketin, hastalığın, afetlerin yıldıramadığı bizleri yıldırdınız. Ne yazsam olmaz, ne yazsam anlatamam. Bu çiçekler yeniden açmayacak. Bir daha bahar gelmeyecek bazılarımıza, hiç.


Yaşamak büyük bir eziyet, her an panik, üzüntü ve nereden bir felaket gelecek diye beklemek. Nefes almakta bocalıyorum. Kalbim atmaya devam ediyor, bedenim yaşamsal işlevlerini de yapıyor ama zihnim, o sanki durdu.

Otuz Haziran İki Bin On Altı 10:00
Nevin Akbulut 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder