Ben İstanbul'um.
Haziran'da ölmek
zordu
Ama ya böylesi
kolayca öldürmek?
Pijamamı
özlemiştim, tamhaziran yazıları okuyordum. Haziran şiirlerini de, tam da
haziran gidecekken... Haziran'ın bu hâlini hiç ama hiç özlememiştim. Benim
düşlediğim haziran bu değildi. Hiç değildi! Haziran'da ölmek zordu, böyle
ezberlemiş, buna inanmıştık. Bir sürü yazar, şair de bu ayda ölmüştü. Ama ya
böylesi ölmek? Parçalanarak ve gürültüyle, etrafında bir sürü insanla, çocukla
birlikte... Diyecek bir şey bulamıyorum. Allah rahmet eylesin cümlesine,
ailelerine ve ülkemize de sabır diliyorum ve kafayı oynatmamak için bizlere de
sabır, ancak bir felaket geldiğinde dilenirmiş Allahtan ve bu gerçek bir
felaket. Kınamak, beddua etmek, küfür etmek ya da gözyaşı dökerek
geçiştirebileceğimiz bir şey değil bu.
Dilime varmayan,
kalbimde mecbur kalmış kelimeler var, içimden sayıkladığım; umut diye başlayan
ama devamı gelmeyen. Aklım bozulmuş bir saat gibi.
Kışın kuruyan
ağaç ve çiçeklerin ertesi sene baharda tekrar açması gibi insanın içindeki umut
da sönmüyor, bir sonraki bahara kalıyor sevinçlerimiz ya da yüzümüzdeki hüzün
donup kalıyor, büyük bir üzüntü karşısında, kayıplarımız karşısında boğazımıza
düğümlenen o düğüm, oturuyor ve hiçbir yere gitmiyor. Şoka giriyoruz bazen de
hiçbir şey yapamıyoruz, gülemiyor, ağlayamıyoruz. Yalnızca Allah’a havale
ediyoruz dudaklarımızın kıpırdayabildiğince…
Onca gerçekçi
olmama rağmen, yine de bir yerlerde bir umut kırıntısı kaldığını hissediyor ve
onu yok saymak istemiyorum ama tam da şu zamanlar da o da yok oluyor. Artık
yarınlar için plan kurmak, inanmak, başaracağını hissetmek falan hepsi bir
hayalden ibaret ki hayal edebilmek için bile bir miktar umuda ihtiyacı var
insanın. Şu insanlık dışında olan yaratıklardan bıktım, hiçbir suçu olmadığı
hâlde masum insanların ölmesinden duyduğum üzüntüden boğuluyorum. Cehaletin
ödül aldığı, kötülerin kahraman olduğu, iyilerin ve onurlu insanların
cezalandırıldığı bir dünyada yaşamak istemiyorum artık. Ya pisliklerinizi de
alın, gidin ya da ben gerçekten gideyim. Kalbimizden vuruluyoruz her geçen gün
ve saat. Eksiliyoruz, ölüyoruz, bitirilmeye çalışılıyoruz. İğrenç
emellerinizden ve çirkin enerjilerinizden tiksiniyorum. Üstelik bu kötü
güçlerinizi masum insanlar üzerinde yapmanızdan duyduğum tiksintide boğulsam
yeridir. İnsanlığımdan utandığım zamanlardayım, keşke insan olmasaydım ve
bunları yaşayıp, bilmeseydim, görmeseydim. İsyanım hiçbir yere yetişmez,
yetişmeyecek de biliyorum, tıpkı lanetlerimizin hiçbir yere erişmediği gibi.
“Canımız
sağolsun” diyoruz, canımızdan vuruluyoruz. Onca felaketin, hastalığın,
afetlerin yıldıramadığı bizleri yıldırdınız. Ne yazsam olmaz, ne yazsam
anlatamam. Bu çiçekler yeniden açmayacak. Bir daha bahar gelmeyecek
bazılarımıza, hiç.
Yaşamak büyük
bir eziyet, her an panik, üzüntü ve nereden bir felaket gelecek diye beklemek.
Nefes almakta bocalıyorum. Kalbim atmaya devam ediyor, bedenim yaşamsal
işlevlerini de yapıyor ama zihnim, o sanki durdu.
Otuz Haziran İki Bin On Altı 10:00
Nevin Akbulut
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder