14 Haziran 2016 Salı

Suskunluk Benim Medenî Hâlim



Dertti, sıkıntıydı, dünya telaşıydı, tenime yapışan, yabancı kokular, beni ne kadar tanıdık kılar? Ya kanıma karışanlar? İlaçların bir şeyleri öldürdüğünü hiç düşündünüz mü? Alkoldü, sigaraydı, boğaz yanması, içmesem de yanacaktı, içmeden acıtmışlardı, sabahtı, akşamdan kalmaktı, yazıklar, cık cık’lamalar, köşe başını dönünce, daha bir fakir, daha bir yalnız hissetmeler, sokak lambası, sarı ışık, hastalıkları hatırlatıyor ama huzur. Sarışın ışık her zaman huzurla yatırır sokaklarda, mezarlıklar neden karanlık?

Sevdiğim şarkılar, delirdiğim şiirler, beni kendime getiren insanlar, kendime gelmek isteyen içim, hangisinin mücadelesine gideceğimi bilmiyorum, gitmek istemediğim uzunca yollar, mesafeler uzaklıklara dair, yakın hissedenlere değil. Dudaklarım masum renginde, her sabah öyle uyanıyorum, sonra kırmızı ruj, şeytanlaştırıyor dudaklarımı, masumiyet bu kadar çabuk ölüyor, sonra gece olunca yeniden canlanıyor, ölemedik gitti dudaklarımla, hâlâ bir şeyler mırıldanıyor. Kederimi kusacak kadar Türkçe biliyorum, ağlarken susacak kadar becerikli dudaklarım, haksızlık yapamam, uyanıkken rüya gördüğüm doğrudur, gerçeklere katlanamadığımdan. Uyurken rüya görmediğim doğrudur, gözlerim kapalıyken, bir şey görmeyi isteyebileceğimi sanmıyorum, karanlıktan başka görecek daha iyi bir şey yok.

Derdimi diyecek kadar dil biliyorum da, dilimi anlayacak kimseyi bulamıyorum. Gözlerim birinin yağmur duasını kabul ediyor, durmadan. Bir hüzün biliyorum sonra, anlatamıyorum, anadilim bana susmayı öğretti, büyüklerimden ağlamayı öğrendim ama yakınmayı öğrenemedim. Sustuklarım tüm dilleri besler, biliyorum.

Alkollüyken dua edilmez diye bir kaide tanımıyorum, samimi olamazken edilen dualar kabul görmez, bence çoğu insan en çok o zaman samimi olabiliyor, hele günlük koşturmacalardaki her şeyi bir kenara atarsak, üzerimizde herhangi bir yük olmazsa, daha gerçek, gündüz hayaletler gibi dolandığımızdan, beynimizden gelen kısa kesintiler pek yetersiz. Ölmeyi diliyorum mesela, içimden canım çıksın istiyorum, midem karışıyor her defasında, çıkacak gibi, kusuyorum, kederlerimi kusuyorum.

Yara bantlarının kenarından parmağımı sokup, yaramı kontrol ediyorum, dünyaya yara bandının arkasından bile bakmak istemiyorum çünkü iyileşemez hiçbir şey, çamaşırlarımı makinaya atarken, kendimi de atmak istiyorum, kirlilerden yer kalmayacağı için vazgeçiyorum.

Kuşları kafesten kurtarıp, kendi kafamı sokuyorum, burnumu hiçbir şeye sokmak istemem şu dünyada ama kafamı saklayasım var, genelde ellerim, bileklerim buna yataklık eder, onların alnı terler, benim ellerim donar. Ne tuhaf! Nurlar içinde yatamıyorum, kemiklerim sızlıyor, tespih boncuklarından fazla gözyaşı dökerim her gece, sayamam, sayabilseydim dualarım kabul olurdu. İçim cenaze kalabalığı.

Bira gençleştirir, rakı olgunlaştırır, şarap da güzelleştirir, hepsini de içince ölmek geliyor içimden, samimi bir ölmek, gerçekten ölmek. Kustukça içim parçalanacak, öksürdükçe ciğerlerim sızlayacak, içim çıkacak, kanser en yakınlarımdan miras bana, en uzaklara götürmek istiyorum, benden sonrakilere bırakacak bir şeyim yok, yazdıklarımdan başka, gömmek istiyorum, bedenimi değil ama kanseri öldürmek istiyorum. Çile sustukça demlenir, çay gibi, ikisi de fokurdar, acılarımın başına güneş geçti, az daha bozulacaklardı, neyse ki ellerim buzdolabı. Eşyanın anlamı yanlış yerlerde yüklem, içimde ekşimtırak bir sancı, sarı, sarıyı sevmiyorum, ölgün ışıkları hatırlatıyor, sarı ölümü anımsatıyor, ben kimseye bir şey hatırlatamıyorum. Anlatamasa da severdim, yalan yanlış yazsa da inanırdım, imlâ hatasıyla doğruladım onu. Bu benim en büyük yanlışım oldu.

Ayrılığı kümeleyemedim, kesirlerin dışında kalan tek öğe, ayrılığı daha fazla ayıramazsın ki, hecelerinden başka neyi var ayrılığın? Zamansızlığından başka, gözyaşından başka neyi hatırlatabilir ayrılık? İçinde ya da satırın altında bir yerlere saklanmış gizli bir özlem var, durmaması gereken yerde duruyor ve hatırlamak istemediklerini hatırlatıyor nedensiz, tuşlara basıp, parmaklarını aynı hız ve heyecanla geri çekmek gibi, varla yok arası bir şeyi anımsar gibi, kendine inkâr ederken, hiç olmadık bir yerde itiraf etmek gibi bir şey… Ne zaman daha büyük bir yanlış yapsan, diğerini affetme isteği, hep böyle yaptılar bize, böyle alıştırdılar, bir yerden sonra tüm yanlışlar susuldu.

Özlemlerim normal olmadı hiç
Ve sevdiklerim bu zamana ait değil!

Hüzünlerimi başka birinin parmaklarına satmadım senden sonra, hâlâ aynı derecede üzülüyorum bazı şeylere ve aynı şiddetle sinirleniyorum birçok şeye, sinirlenmeyenlere hâlâ aynı hayretle şaşırıyorum. Nasıl oluyor bilmiyorum, ama hâlâ aynı sabırla tahammül ediyorum seni özlemeye… Yani değişmedim, ben hiç değişmedim. Sen biraz daha uzaklaştın, biraz daha silindin, biraz daha az hatırlanıyorsun, biraz daha unutuluyorsun kahkahalarımda, aynaya baktığımda daha az karşıma çıkıyorsun artık ve en acıklısı da ne biliyor musun? Artık gözlerim sana daha az benziyor.

Unutmaya kelimelerden başladım, sadece zamanımı kiraladım ama satmadım saatlerimi, çalmalarına da izin vermedim, sana kullandığım kelimeler hâlâ sana ait, büyük bir sadakatle, sen bunu hak ediyor musun bilmiyorum, yalnız seni hatırlayınca aynı telaş ellerimde, aynı ağrı, aynı taş oturuyor göğsüme, kayalaştı sadece biraz, önceden umudum vardı o taşın bir gün, azalıp, eriyip, kum olacağına dair, taş gidecekti göğsümden, şimdi yine umudum var, o kayanın daha da büyüyüp, göğsümdeki kalbimi ezeceğine dair…

Görüyorsun ya, ben hiç değişmedim.

Kendi beşiğimi, kendi ayağımla salladığım
Hüzünlü bir ninnidir bu hayat!

Her şey bu kadar sana benzerken, ben kendime bile benzeyemiyorum artık. Delilik daha çok gülmekten geçiyor diye bir kanun yok. Delilik çok düşünmekten geçiyor bence, okuduğum kitabın satırlarında bile gizliden gizliye seni bulmaya çalışıyorsam, adına ait olan harfleri usulca cümlelerinden içinden ayırıyorsam, ben güzel bir bölücüyüm, seni diğer tüm insanlardan ayırıyorum hatta bir süre sonra insan gibi görmeye bile lüzum görmüyorum. Adını aradığım yerlerde, bir de silmeye çalışıyorsam, sana yazdıklarımı ve şiirlerde artık daha az hatırlanıyorsan bence içimdeki aşk boyut değiştirdi, yer değiştirmedi ama şehir de değiştirmedi, hâlâ aynı şehirlerde büyüyorsun, aynı gecede büyüyor gözlerim, karanlığı görünce hâlâ aynı şekilde siyaha bulanıyor bakışlarım, kararıyor. Sana benzerken delirmedim de, delirdiğimin hiçbir şeye aslında benzemediğimi öğrendiğim anda, kesin delirdim. Bunları düşünebildiğime göre ve hatta yazabildiğime göre, bayağı da cesaretlenmişim, bunu herhangi bir şeye bağlamayın. Bir şey olmadı, uzun zamandır bir şey olmuyor, aynı yorgunluk, aynı fazla uyku, aynı uykusuzluk, aynı korkunç geceler, masada soğumaya kalan çayın tadı bile aynı tatsızlıkta, istesem de değişemem artık. İstesem de başka bir şeyi sevemem.

Eksilen bir şey var da içimde, ameliyatta eksilen yerlerim değil, insanımı aldılar sanki insanlığımı bıraktılar, gidenlere bu yüzden bir şey yapamıyorum!

Öyle bir yorgunluk ki bendeki; kimsenin dokunmadığı en alt çekmecedeki lüzumsuz eşyaların arasında uyumak istiyorum…


Yirmi Beş Şubat İki Bin On Beş 14 00
Nevin Akbulut

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder