22 Haziran 2016 Çarşamba

Geçmiş Zaman Ekli Mutluluklar



Yüzümü sırtıma çevirdim, fizik kurallarına aykırı biliyorum, ne kadar geriye çevirebilirsem başımı, o kadar çevirebildim senden yönümü, ağladıklarımı geride bırakmak içindi bu sözüm, bunu söyleyebilmekle yapabilmek arasındaki mesafe sırtımla yüzüm arasındaki mesafe kadardı, yalnız ıslaklıklardan sırtım üşüyor, sürekli üşüyor. Geride bıraktım ağladıklarımı, yüzümü düzelttim. Ben sana ilk defa ağlarken sırtımı döndüm.

İçeri kapansak da bazılarını dışarıda bırakamıyoruz. Zorla, öyle ya da böyle tam karşımızdalar…


Çok nadir rastlanılan gülücüklerimden biriydi o günkü, ender rastlanılan hastalık gibiydin ve ben ölmek istiyordum. Bu zamanlarımın sana denk gelmesi senin şansın, benim yalnızlığımdı, bunu hiçbir zaman bilmeye uğraşmayacaktın, sen o kadar meşguldün ki; ben hariç her şeyle, bu bana doğrudan doğruya dokunsa da, batan sancılara karşı yüzümü buruşturmak yerine güldüm sadece, o kahkahalarımın arasındaki tiz acıyı saklamayı iyice öğrendim, ne zaman gideceğini düşünmekle geçen bir birlikteliğimiz vardı, hesap edemiyor kendi kendime tarihler veriyordum, tatil günleriyle boğuşuyordum, bunun tedavisi yoktu. Sana dair herhangi bir şeyin tedavisinin olduğunu da zannetmiyorum, acıya karşı gülümsemek ancak asilleştirir o acıyı, gülerken bunu öğrendim, burada yükselen sendin, ben seninleyken bile yalnızdım. Üstelik bunu anlatabileceğim hiç kimse yoktu. Görünürde oluşun, tüm zamanları affedemiyordu ve bazı şeylerin kendi kendine son bulması çok güzel bir rahatlıktı, bir telafiydi acı çekilen geceler için. Sabah uyanınca bir rahatlama, gökyüzünün az sulu beyazlı rengi, rakı içme isteği, gittikçe ağırlaşan yalnızlık, bunların yanında tek güzel bir şey vardı; huzur!

Bazı şarkılar nasıl da cız yapıyor insanın yüreğinde, bir şey batar gibi, sonra kulakların uğuldaması, hep cızırtı, dinlememek için, dinlenmemek için, o vazgeçilmez huzursuzluk için.

Yağmur sen sar diye ıslatıyordu, ellerim ellerinde olmak için küçülüyordu. Ellerim küçüldüğünde yüreğim büyürdü bir de gözlerim. Kendimi, içimi tutamayacağım sevinçler birikirdi. Koca bir ömrü o hızlı adımlara sığdırabilirdik, amacımız hiçbir zaman yağmurdan kaçmak değildi, hayat bundan ibaret olabilirdi, tüm sevincimizi buna yükleyebilirdik. 

Geçmiş zaman ekli mutluluklar
Şimdiki zamana hep hüznü miras bırakırlar.

***

Şimdi kahve içtim, insan yalnızken tutar tüm dileklerini, bir de yalnızlar yalnız olmamayı diler hep, seninle çay içmeyi diledim ben, şimdi diledim şuanda, bu mesafede, sıkıntıları hallederdik nasıl olsa, biz yan yana gelebilsek, her şeyin de üstesinden gelirdik. Çocukluğumda görmek istediğim için seni burada çay içmeyi istiyorum ben. O kadar eskilerde kaldın ki, oyuncak bebeklerim vardı benim, şimdi onların sevgisini kedilere verdim, daha sıcak bir şey bu, hele kış günlerinde, çay gibi… Ben burada seninle erirken, sen nerelerde tamamlanıyorsun bilmiyorum, bildiğim bir şey varsa, o da eksikliğin, yüreğin hiç mi duymuyor bu soğuğu? Hiç mi hissedemiyorsun, hissetsen de belki dert etmiyorsun, o da güzel yalnız başına kahve içmek gibi. 

Anlamını bilmediğim birçok şarkıda boğuluyorum, soluğu şiirlerde alıyorum, onlar daha anlamlı, bitiremeyeceğime inandığım tüm kitapları da bitirdim, bir şey oldu bana, bir sabır geldi ya da başka bir şey ya da umursamamak bilmiyorum. Doğa hakkında daha çok düşünüyorum, daha çok üzülüyorum artık kaybettiklerimize, dışarı karşı duyarlı, içimin sesini duymamak için bolca konuşuyorum, sussam hani içim dökecek içini, susmayacak, sonrasını da biliyorum, durmadan ağlayacağım, sinir nöbetleri geçireceğim, kendimi kaybettiğim o anda seni bulacağım, ama böylesi daha kolay, kendine karşı duyarsız olmak. Aynı acıları yaşamaya üşeniyorum belki de ya da artık korkağın tekiyim.

Seni sevmelerimi reddediyorum içimden, görünürde her şeyi seviyorum. Tüm dünyayı sevsem gölgesine ilişemem biliyorum, sığmaz içimin ağırlığı, o sevgi, karıştırıyorum her şeyi birbirine, işi evime, evi sokaklara, sokakları yine içime. Ortalığın karışıklığı kadar dağınık içim, içime hesap soramıyorum, ortalığı da toplayamıyorum. Bunun için daha da dağıtmaya kadar verdim, kendimden başladım buna, olmadık şeylere sataşıp duruyorum, hiç küfrü hak etmeyen şeylere küfür savuruyorum, küfrü hak edenlere de susuyorum. Dedim ya karıştırdım. Doğru bildiklerimi bilmiyorum, yalanla gerçek yer değiştirdi, doğruyla yalnız kaldı ortalıkta. Her gün dolaştığım en işlek caddede hiç de alışılmadık şeyler oluyor, korkmuyorum bile artık. Onlar da benim sinir nöbetlerime alışık değil. Ben de onların beklemelerine, beni beklemelerine… Ezbere bildiğim adımlarım ezbere yürümüyor artık, öylesine gidiyorum. Bu ikisinin ortasındaki o ayrıntı küçük ve karışık. Hareketsiz yağmur yağıyor, geceleri çok hareketli, susturamadığım uğultular penceremin dışındaki eternite çarpıyor, fırtına olarak camıma vuruyor, cam kilitli, kapı açık diyorum içimden. Kalbimin penceresi? Biz mi istedik içeri girenleri ve çıkanlara biz mi çarptık kapıyı arkalarından?

Renksiz hayatıma inatla renk atıyorum, saçlarımın kırmızısına özenle bakıyorum, itina göstermediğim gülüşlerime hor davranıyorum, sanki ben gülmüyorum diye gülmüyor kimselerin yüzü ve herkesten aynı uzaklıktaki cümleleri duyuyorum, onlar teselli ettiğine inanıyor ben ise yaramı deştiklerine, daha fazla kızıyorum, saçlarıma iyi bakıyorum, yağmuru seviyorum, kuş yuvalarını, saçlarım bir işe yarasın istiyorum, kuş yuvalarına bağışlamak istiyorum, kanatları izin vermiyor, sonra seninle tek başıma içtiğim iki bardak çayıma dönüyorum yüzümü ve dudaklarımı…
***
Kırıkların üzerine yazılıysa alınyazın, ne kadar düzeltmeye çalışırsan çalış hayatını, bölünmüştür, parçalanmıştır birileri tarafından, çocukluğuna sığınan insan fazla uzaklara gidemez ve büyüyemez, hâlâ içerisinde bir inanma duygusu vardır ki, kanar etrafına. Yağmur yağan gecelerde sessizce ağlar yorganın altında, sabaha şiş gözlerle kalkınca bolca gülümsemeyi ihmal etmez etrafına. Bolca susar kalıcı hasara uğrayan hayatına, enkaz altında kalmıştır gözyaşları ve kanması, kanaması…
Eskilerde kalmış birisi için kolayca gerilerde kalabilirsin. Kalıcı üzüntüler yaratsan da hayatına devam etmekte iyi bir tiyatrocudur o. Acıyı yer edersin onda ama yalvarmaya yer yoktur hayatında. Acı çektirdiğin için sana el açacağı hissine nereden kapıldın bilmiyorum.
Hayatımda ilk defa geride kalmayacağın inancına kapılarak nasıl ahmaklık ettiğimi anladım, büyümeyi de böylelikle öğrendim ve sonra çocuklukta ama büyük bir şekilde nasıl durulabilir öğrenmeye başladım, buna ancak birçok şeyi geride bırakarak katlanabiliyordum, hayatımda herhangi bir ize yer yoktu, bıraktığın izleri de inkâr edecek kadar yalancıyım artık. Yabancılığından tanırsın beni, çocukluğumu bile geride bırakabiliyorsam geri hiçbir şey mühim olmamalı! Hatalarımı kabullendim, dişimi sıkıp sızlayan yerlerime bastırdım avuç içlerimi, dizlerimi karın boşluğumda topladım, dertop olunca daha az acıyordu sanki sabaha bir tek ıslak yastığım kalıyordu, onunla da baş edebiliyordum. Geçmişime tanıdık olduğum kadar geleceğime yabancıyım, yine de korkmuyorum, aynalarla yüz yüze gelebildiğim sürece sorun yok benim için. Zamanla dertsiz, tasasız, gamsız hatta hayatı tiye alan birisi gibi görünsem de kendini unutmuş ya da kaybetmiş birisi için önemli değildir artık bu küçük söylemler. Bazen kendimi uzaklardan seyrediyorum, aynalara yabancıyım tıpkı bir şarkıda dinlemiş gibiyim gözlerimi bir filmde duymuş gibiyim, kendime olan tanıdıklığım sana olan tanıklığımla aynı, bu yüzden şaşırmıyorum. Kitaplarda okuyorum hayatımı, birçok hikâye tanıdık artık. Seni özlememeyi öğrendim artık, ama özlemeyi özlemekten vazgeçemiyorum bu belki de hayata tutunduğum o kırık dal. Bilinçaltımın bilinçsizleri de olmasa güzel rüyalar göremeyeceğim. Ama en alınyazımın derdindeyim. Doktor elinden çıkmış gibi karışıktı ve sonra yağmur yağdı, silindi, mürekkep lekesinden başka bir şey kalmadı alnımda, senden emindim, yazımın okunduğu yerde adın yazıyordu, kıyısında sabahladığım uzun gecelerim vardı, sonra şarap şişeleriyle beslediğim zamanlarım…

Yorgunum, gözlerim benden daha yorgun, benden daha yaşlı, her sene biraz daha kötüye gidiyorum sanki bunu kış ayları yüzüme vuruyor, üşümem, titremem hiç geçmiyor, titremekten sırtım ağrıyor. Kimse üşümezken, insan üşümeye bile utanıyor, ne giysem olmuyor, ne örtsem ısıtmıyor. Hoş geldin ellerimin buz sıcaklığı, hoş geldi bana ait olmayan eller, hoş geldi mor tırnaklar…



Yirmi Üç Ekim İki Bin On Dört 15 50
Nevin Akbulut

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder