14 Haziran 2016 Salı

Hiç Kimse Kuşu



İlk defa belki de başlığımdan bu kadar eminim, ne zaman bir şeyler karalamaya kalksam başlık hep gizlidir sonunda gösterir kendini, ama bu başlık ilk defa böyle yazıdan önce gelip, kondu paragrafın en başına, bir kuş gibi, kanatlarını belki de az önce gökyüzüne gitmek için ihtiyacı olan birine bıraktı, emaneten, o zamana kadar belki de bu yazı biter ve bu sayfada kalır bu kuş.

İsmim bir kuş olsaydı ve adım bedenime uçmaktan başka anlamlar yüklemeseydi, malum uçunca her şey hafifliyor, ruh bile. Bu hafifliğin ağırlığında ezilmek isterdim, yağmurdan başka beni üşütecek bir şey olmasaydı…

Üzerimde bu dünyaya ait bir şey olmasın istiyorum, yukarıdan bakınca yağmur insanları sarı giydiriyor, aşağıdan bakınca, yukarısı pek mavi, üzerimde öyle süslü, işlemeli elbiseler yok, yine de memnunum hâlimden, kalorifer sıcaklığını andıran eşofmanın içinde rahatım evimde gibi, oysa bahar desenli elbiseler düşlüyorum, her akşam yatmadan önce, hasır şapkamla tatildeyim. Her şeyi boş verip, kedi tembelliğini düşlüyorum, kedi rüyaları görüyorum, kedi gibi korkuyorum. Omuzuma konan kuş gibi olmak hayali ne uzak, sonra hiç kimse olmak istiyorum, adımın anlamından uzaklaşıp, bambaşka bir şey hatta hiçbir şey olmamak istiyorum. 

Onu düşünüyorum, annemi, babamı, okul arkadaşlarımı, annemin okula giderken başıma kondurduğu kurdelayı, bembeyaz bir güvercini andırıyordu, fotoğraflardan biliyorum, kuş konmuştu başıma, sonra başkalarını, başka şeyleri, hep üzerimde olmasını istediğim, hayalimde defalarca diktiğim fırfırlı elbiseleri, sonra en eskiyi, seni düşünüyorum. Bir daha kimseyi böyle düşünemeyeceğimi biliyorum, düşünmek seninle özgürdü sanki oysa ne kadar düşüncesizlik ettik.

Alakasız şeylerin bile sana benzemesi, beynimde yarattığım mucizeden başka bir şey değildi, yüzünü ellerimin arasına alıp, sonsuza kadar bambaşka şekle sokmak isterdim, o zaman belki hayallerimden de kurtulurdum, yüzünü yok etmek isterdim, ellerimin arasına karanlık bir şey yerleştirirdim, kararırdı yüzün, yüzsüzlüğümüz olurdu bu da, kendimden çok senin yüzüne baktığım için, birbirine denk gelmeyen iki ayrı kentiz biz. Birimiz suçlu, diğerimiz adının yüküyle ezilen, sarsılan, boğulan bir şey, incindim, bilinçsiz zamanın karşısında, en çok aynanın karşısında delirdim. Daha da delirebilirim, bir kuş konmazsa omuzuma, kendimi alıp, gidemezsem uzaklara, ya gideceğim ya da öleceğim başka yaşamak yok bana. 

Bazen kolumun üzerinde nedensiz ağırlık hissediyorum ama bu hissin bir nedeni var mutlaka, saçlarıma yağmur hissi yüklediğimden beri, çirkinler. Nedeni var çirkin olmayı istememin ve gitmeyi dilememin. Büyüdüğüme bile tanıklık edemeden büyüdüm, içimde o yüzden büyümeyen bir çocuk var, yaşadıklarım bilinçli ve akıllı, yerli yerinde hareketlerim ama onun dışındaki her şey bilinçsiz ve karanlık, ayna bile. Yüzünü yok etmek istediğim herkesin yerine, aynaya bir karanlık fırlattım, yumuşaktı, kırılmadı ayna, yüzümü kırdı, yüzüm kayboldu, gözlerimi uzaklarda kaybettim, belki de gökyüzünde. Sağanak yağmur bu yüzden hep, ağlamaklı bu şehir, sessiz susmalarla birlikte…

Yavru bir salyangoza cızırtılı radyomdan müzik dinletmek isterdim, biliyorum herkes bilinçsizce süzüyor beni, benim tek istediğim süzülmek buralardan, anlamıyorlar biliyorum. Şarkının adını salyangozun adına vermek istiyorum. Yavru daha, büyüyecek, şarkılar kadar büyüyüp, dinlediği şarkılarda dinlenecek. 

Kendimi kaldırımlara vurmam çabasız, yağmur yağınca her şehir yeterince ıslak, ağlayınca herkesin kaçışmak istediğiyim ben, yağmur gibi, şemsiye kullanan insanlardan biliyorum, kimse ağlayanı dinlemek istemiyor, kimse ıslanmak istemiyor, rüzgârlı havalarda kimse deniz kıyısında oturmuyor ve vapurda kimse dışarı çıkamıyor kış günlerinde, o yüzden ben daha çok ıslanan yerdeyim, küçükken ayakkabılarımla su birikintilerine basmak gibi çocuk sevinci içimdeki, suyun sıçrayıp, beyaz dantelli çorabıma bulaşması, her güzelliğin içinde minicik bir iğrençlik, ama seviyorum, katlanabilirim, katlanılmalı. Herkese dokunacak şarkılar söylemek isterdim. Suskunken insan, daha çok şey söylemek istiyor, hele bir de kuş bekliyorsa omuzu, beklediklerinden başka kimsesi yoksa birinin, beklediklerine yükler tüm yükü ve anlamı, zamanla anlamsızlaştığını bilse bile, bu ezberi bozamaz.

Eksiz kelimelerin, eksik cümlesiyim, bir romandan düşmüşüm, hayatla orantısız, acıdan muafım, gülün yanında, dikenin lafı olmaz. Takısız ve taklitten yoksunum, oynamayı bildiğim en iyi oyun saklambaçtır o da oyun değildir bana göre, boynumdaki boncukları önemsiyorum ben, onun dışındaki birçok şeyi önemsemiyorum. 

Yanlış açıklamalara karşı bir kastım yok, yanlış kullanılan cümlelere bile saygım var, kipi yok saatlerimin, akrebin işine karışmıyorum hiç, yakınmıyorum da, o da beni acıtmıyor. İyelik hakkımdan vazgeçip, iyiliğini istiyorum kuşların, kedilerin bir de küçük salyangozun, soru işaretleriyle doluyum, hiç birini cevaplamıyorum, cevaplarıma denk düşmüyor sorular, orantısız bir hikâyenin kenarında yaşıyorum soluk soluğa, karantinadan bağımsızım, kendi hayatımdan muafım. 

Bizi ayırmayı isterdim her şeyin içinden, bambaşka bir yerde sürgün, bu bizim özgürlüğümüz olurdu, biz diğer şeylerden ayrılamadığımız için bu dünyanın içindeyiz, yağmur kadar koşabilseydim, belki yetişebilirdim geç kaldıklarıma, geç yaşadıklarıma ya da hiç yaşayamadıklarıma. Ellerim o batık çamurdan kurtulamadı bir türlü, tırnaklarım kırılıyor, kemiklerim çubuk kraker gibi bazen, kalbim en kırılgan yanım, gözümü kararttığımdan beri çitlere takılıyor ellerim, istediğim bahçelere giremiyorum, istediğim yerlere gidemiyorum. Tek kirlilik oynarken kanayan dizlerimiz olsaydı keşke, hava çok kirli. Hava bile zor geçer mi insanın soluk borusundan? Geçerken batar mı? Batıyor, hava bile batıyor artık bana. 

Anneannemin dizinde basma elbiseli düşler kuruyorum, anneannemin yanında daha da eskiyim, açma gibi açan o sıcak yüreğiyle sobamız yanmayalı ne çok oldu, odalar yemek kokmayalı, rutubete yenik düşeli yaşamak, evlerimiz çürüyor ve elimizden hiçbir şey gelmiyor, düşlerde ısındığımız sürece, gerçek hayatta üşümemek mümkün değil. Birkaç anıyı saklayabilseydim keşke, hayallerden öteye gidebilseydik, bir sandık olsaydı, en değerli bulduğum anları kaybetmemek için sarıp, sarmalasaydım. 

Kendimi bile tanımadan, kimse olsaydım, hiç kimsenin penceresine konmadan, kendi omuzumda yaşasaydım ama bilmeden, kendimin ben olduğunu bilmeden. Tanıdıkça acemileşen bir şey içimde, tutuk, yitik, eksik, ifaden dağılıyor, renkler çoğaldıkça gözümün önünde, çocukluğum arka bahçenin çitlerinde takılı kaldı, işte o zamanda kalıp, kurtarmak isterdim ellerimi, o zaman böyle sert zemine düşmezdi çocukluğum, böyle bir yer etmezdim dünya üzerinde, belki hazır yükselmişken, hiç kimse kuşu havalandırırdı beni, belki o da acırdı hâlime, bir işaret kadar sessizim, konuşsam anlamsız kelimeler dökülecek, yine kimse anlamayacak beni, karşımda bin tane soru işareti, doğup, çoğalacaklar, çocukluğum anlaşılacak. 

En önemlisi yüzüm bilinecek, sözlerim değil.



Yirmi Altı İki Bin On Dört 13 40
Nevin Akbulut

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder