14 Haziran 2016 Salı

Kasım'da Susmak İstiyorum



Keşke çirkinleşeceğin kadar yakından tanımasaydım seni
Uzaklarda, güzelliğinle kalsaydın, kalabilseydin…

Acı eşiğim haddini aştı, kendimi bırakamamalarım yüzünden unutmadıklarım. Çıldırmışlıklarımdan kan damlıyor, yara bere içinde umutlarım, kimsenin yardımı olmayacağını bildiğimden yardım isteyemiyorum, oysa “lütfen” demiştim sana, bir tek sana demiştim. Lütfetmedin, sınırlarım aşıldı yüzüstü yüzerken, daha ne kadar nefessiz kalabilirim diye düşünürken, ölüme son dakika kalaları yaşadım en güzel, atıklarımı atamadım içimden. İçimde kaldı tüm asık suratlı anılar, onları besledim, unutamadım. Deliliğim sağlam raporu aldı, bu kadar yakınıma bırakmasaydın kendini, yıkmasaydın, sen yıkılınca bu şehirde depremler oluyor, enkazın altı bile fazla bana, çıldırdıklarım uygunsuz zamanları kolladı. 

Güzel kokmuyor artık yataklar, kokun, adı konulmayan, kutsal bir tütsü gibiydi, bir defa yer etti, bin defa yok etmek istedim, en çok sabah ezanlarına inandım, en çok o zamanki duaların kabul olacağına inandırdım dualarımı, tan yerinde bıraktım ellerini.

Kasıma doymayayım ki, geçmiyor. Gitmek için ayak izleri yetmiyor, ayaklar da yetmiyor. Ben hepsini denedim, yüzümü acı rehberinden silemeyen dünya, sık kullanılanlar listesindeyim. Acıyım, soluksuz acıyım. 

Karşılığında hoşnutsuz kalkıyorum her sabah yataktan, insan ancak daha çok monotonlaşarak öldürebilir kendini, silebilir, hep aynı şeyleri yaparken. İnsan ancak olduğu gibi kabullendiğinde her şeyi vazgeçer, vazgeçemedim, o minicik umut kırıntısı engel oldu, onu içime bırakırken, ölmemi istedin, zehirli bir kıymıktı o, izin verdin beni yemesine. Yenilmeme, azalmamı istedin onu içime bırakırken. 

Parmak izlerim kayıtlarınızda, ama yüreğimdeki kırık izler, onların kaydı yok, sizin kayıtlarınıza göre önemi de yok, Kasım’a doymak istemiyorum ben, Kasım’da bir başka ölmek istiyorum. Bir başka susuş istiyorum, kimse konuşamasın istiyorum, kimse artık öğütlemesin istiyorum. Kasım’da susmak istiyorum. Onun parmak uçları da bende kayıtlı, sadece bilincimin içinde, avuç içlerinin o kıpırtılı yumuşaklığı, hepsi belleğimde. 

Kızıl bir düştü bizimkisi, perde arkası olmayan, düş olduğundan şüpheye düşmediğimiz kadar kızıl, örtüyü kaldıramadım, gerçeği göremedim, bunu ben istedim. Sevmek öyle bir sorumluluktur ki; her şeyi kendinde ararsın, çünkü kıyamazsın, sevmek demek, tüm suçu, gönüllü üstlenmek demek, ben üstlendim, üstelemeden, çok güzel sustum. Sonra ölürken, ağzımın kenarında biriken, içimden habersizce çıkan o kırmızı sıvı, söyleyemediklerim, içimi kanattı. Ölürken bu kadar güzel kızıl olacağımı bilmiyordum ama hazırlıklıydım, ezberimdeydi, bunu istemek monotonluktan biraz ileri gitmişti, her defasında biraz daha fazla istiyordum. 

Kumsal hiçbir zaman vefa göstermedi varlığıma, minnet duymadı, oysa ben o kum taneleri kadar minnetle doluydum. Saatin ters yöne dönmesi hiçbir şeyi değiştirmedi içimde, yeri değişmedi sevginin zamanı değişse de… Üşüyorum, bahçemize incir ağacı dikildiği o çocukluk günlerimden beri, büyüdükçe mi üşür insan? Yalnızlaştıkça mı? Yoksa mevsim araları bu kadar uzun sürdükçe mi? 

Neyin ne olduğunu kestiremedikçe itinayla uzanınca olayların üzerine, daha özenli hatalar yapıyoruz. Güzel yanıldım ben, kızıl rüyalardan uyandım. Uyurken hiç tahmin edemiyor insan nasıl uyanacağını, bunun büyüklüğü rüyalara olan inançla orantılı. Uyandığımda hayal kırıkları batıyordu, kâbusları rüya zannetmişim, bilerek ve isteyerek.

Sabahları nane ferahlığından başka bir şey vermiyor, portakal kokulu uykularımı özlüyorum. Huzur portakal kokusundaydı belki, mevsimi değil portakalların, o mevsim, bu şehre hiç uğramayacak gibi, oysa nasıl hatırımızda, daha dün sobamın üzerindeydi kabukları, daha geçen gün uyumuştum o kokuyla. 

Çocukken dua ettiğimde, hep inanırdım gerçekleşeceğine, büyüdükçe inancımız küçülüyor sanırım, inanmadıkça da kabul görmüyor. Olmayan yıldızları seyrediyorum gökyüzünde, televizyon seyreder gibi inanıyorum yıldızlara, varlıklarına. Koruyamadım kendimi inançlarımdan, tüm bunların içinde yalnızca kaybolmak istemiştim o inandıklarımın içinde, kaybolamadım, kendimi bulmaktan da korktum, zarar vermek olacaktı bu kendime. 

Hâlâ güneş vuran cam görünce dayanamam, dokunurum. Güneş sızardı kucağıma, incir ağacının yapraklarının arasından, gözlerim kamaşırdı, şimdilerde ağzımın tadı bile yok, zaman kollamadı beni, büyümeyecekti ellerim, saklayacaktım, en güzel hikâyeleri yazmak için, bir sandıkta, ellerim büyüdü, parmaklarım birbiriyle kavga halinde, içimden yaptığım bu sessiz savaşı kimse kazanamadı, gözlerim barış diyor, ben mağlup oluyorum. Parmaklarım, yedi renk pastel boya koksa, gökkuşağını çizsem ellerimin ezberinden, bozulmasa bu sefer ezberim, gök gürültüsü çıkmasa, bağırmasa rüzgâr. Kaybolamadım ama bulunamıyorum da kendimi, kimse farkında değil belki de varlığımın, varlığımın hiçbir varlığı yok, kapı arkasında yokum, incir ağacının altında da, avazım çıktığı kadar bağırmalarımı sakladım sandığa, kimin yüzüne vuracak o çığlıklar, kanadıklarımın yeri belli de, kandıklarımın değil.

Hayatımın kenarında, köprünün altındaki sokaktayım, hayatının bununla bir ilgisi yok ama tüm bunlar bilgin dâhilinde, olanlar oldu, önemli olsa da oldu, olmasa da. Kaç saat sürer yokluğum? Kaç dakika hatırlanırım? Unutulmalarım boyumu aştı metrelerce, üstesinden gelirim zannetmiştim, altında kaldım üstelediklerimin. Karanlığımdan dünyaya bir elbise dikebilirim, matem yüklü, örtebilir mi sahteliğini? Annemin eteklerinin altına saklansam, çıplak ayaklarımla, yüzüm plastikten olsa, yüzüme vurulanlar acıtmasa, batmasa, gözyaşlarım akmaz ki ama. Oyuncak bebekler yalancıktan ağlar. Ben sahiden, yağmurla yarışabilirim. 

Yaşadıklarım, unuttuklarımın kenarındaydı, yaşamamış gibi oluyorum bir süre sonra, bir bıçak kesiği geldi, sildi her şeyi, narkozlu gibi hayallerim, birisi uyuttu, ben rüyasızım, uyuyorum sadece, rüyalarımı belki de başkaları görüyor şimdilerde, nasıl şarkılar söyleyeceğim uyuşuk dudaklarımla, insan elleriyle şarkı söyleyemiyor, söylese de sessiz, avuç içlerimden başka kimse bilmiyor, hayaller olmasa, sana sarılamazdım, hayaller olmasa duyamazdın söylediğim şarkıları, ama rüyanın içinde ölmek hiç de kolay değil, her şeyi hissediyorsun, rüya olduğuna bakmayın, hissetmemek sadece aldatmaca, hissettim ben, gerçek gibiydi.

***

Yazım, yazdıklarım kadar güzel değil, ama belki de güzel susarım bu Kasım’da. 

Belki’leri ardıma takıp süzülüyorum güneş görmemiş bir yaprağın üzerinden süzülür gibi, kayıyorum, dünya belki de bir yaprağın üzerinde, dünya küçük, rüzgâr aman vermiyor, uğuldamazdı yoksa kulaklarım bu kadar, ellerimi sakladığım yerden çıkarmamın zamanı geldi, yaşamıyor ellerim, rüyaları yazıyor. 


Yirmi Kasım İki Bin On Dört 16 40
Nevin Akbulut


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder