22 Haziran 2016 Çarşamba

Kayboluşuma Üzülmedim

Hep yakın görünüyor uzaklıkların.

Son birkaç yılda öğrendiğimi hayatım boyunca öğrenemeyeceğimi biliyorum, zaman değil, yaşanılanlar olgunlaştırır insanı, büyümek bile istememiştim ben aslında, bırakın olgunluğu… Çocukluğum gökyüzünde sessiz sinema oynuyor, ben onun tek izleyicisi, tek inananı, tek yanılanı, en büyük inançlarımla bırakıyorum oyunlarımı. Evlerin hep alt katında oturuyorum, çatı katı hayalleri düşlüyorum bahçe katında, penceremde saksılar, çiçekler sessizce büyüyor, çocukluğum gibi, bıkmış ve usanmış halim daha hızla gelişiyor, tahammülüm küçülüyor ben büyüdükçe. Her gün sana gelmek için kâğıttan gemiler yapıyorum, safça, hepsi de ya batıyor ya da sulara bulanıp, ıslanıp yeniliyor, balıklara yem oldukları bile meçhul. Yine de umuyorum, o kâğıttan geminin içinde olmayı, onunla birlikte ıslanmayı, kaybolmak kendimi bulmak olacak biliyorum, bildiğimde öğreneceğim. Beklentisi olanın aşkı olmaz, ben beklentilerimden vazgeçeli yıllar oluyor, beklemeyi de unuttum artık. Aşka yer açmak için attım gemimdeki tüm yükleri, başka duygulara yer yok, başka ağırlık yok yanımda, hele içim öyle bir boşluğa tanıklık ediyorum ki her akşam, sulara gark olabilirim, rahatlıkla doldurabilirim içime tüm susamışlığımla…

Aşkın açtığı yarayı, büyük ateşlerle yamamaya çalıştım, yanarsa, daha çok acırsa geçer zannettim. İnançlarım bitse, unutamadıklarım vardı, unutamadıklarımı unutabilsem, inançlarım gözümü boyardı, hüzün için her zaman hazırdım, inci tanelerimle her gün kavga ediyorum, inciniyorum gözyaşlarım kadar. İstemelerin en büyüğünü bildim de, durdum. Salkım saçak meyveler gibi sallandım durdum, her çürümüş meyve ağacında. İsteyemedim, kendimden başka isteyecek bir şeyim yoktu ve kendim bile bana ait değildi. Çürüyor kalbimin bir tarafı, gemim su alıyor, aşk bir tane, yalnızlık bir sürü.

Hiçbir şeyi beklememek bile beklenti gibi gelirdi bana, şu birkaç yılda o kadar beklentisizdim ki, artık kendimden ümidi kesmiştim, ama acıların daha bana çektireceği şeyler vardı ve onlar ümidini yitirememişti benden yana. Onlara sadece gülümsemelerimi verebildim, başka merhemim yoktu, tatlı telaşlarım da terk etmişti beni uzun zaman önce. Ne zaman, ne oldu da buraya geldim, bilmiyorum ya da niye bir yere gidemedim? Mobilyalarım benden daha eskiydi, tarihe karışacaklardı eminim ben olmasam, kitaplarımın arasından böcekler çıkıyordu artık, ne zamandır uğramamıştım kendime, ne çok bensiz bırakmıştım böyle kendimi, insan kendini unutabilir mi? Bu unutmanın birazını sende becerebilseydim, kaybolmakla uzaklar arasında gidip gelmezdim, üstelik gittiğim yerler hiçbir yere varmıyordu. Ben toprak olmayı istiyordum, sen çamurun lafını ediyordun. Uzakların bana hiç uzak gelmedi, ben o yüzden kaybolmayı göze aldım ama önce yüreğime aldım kaybolmayı.

Kimseyle konuşmadığım için kendime avazım çıktığı kadar bağırdım, sana sustuklarımı kendime anlattım, sessiz tüm köşeler benim evimdi, oysa bu dünyaya ait hiçbir şeyim yoktu, ağzımı tatlandıran şekerler yüreğime hiç tat vermiyordu, içtiğim ilaçlar mideme hiç iyi gelmiyordu, yine de içiyordum. Geçen zaman içinde hiç geçmeyen şeyler vardı. Zehir alıyordum her gün, hiç korkmadan, çekinmeden, sana çektirmek istediğim tüm cezaları kendime yapıyordum sanki. Nasıl olsa kayıptım, kaybolacaktım, kimse bulamayacaktı.

Hayaller dile yakın da, dil kalbe yakın olmayınca bir anlamı yok. Ama yazılan, çizilen, söylenilen, düşünülen her şey kaydediliyor, kayda değer olmayanlar bile… Hayatımı eksik virgüllerle tamamlıyorum, hikâyem yarım. Hiç öğrenemeyeceğin şarkılar yazdım, şarkılar ezberledim, hiç dinlemeyeceğin. Zehir gibi ilaçları içtim, tatlı gibi hissederek, tatlı gülümseyerek ağladım içimden, hep o köşede, bir de kenarda, sahilde, kimse göremedi, ben bile unuttum ağladığımı. Bana kötü gelen her şey içime iyi geliyor, bu yüzden daha kötü şeyler yaptım, içimi ferahlatmak adına, acımı susturdum, onu şarapla yıkadım, besledim aşk ile sevmeyi öğrendim. Hayatıma dair, hayatına dair, aynı raflarda anılan bir şiir istedim, olmadı, biz aynı şehre bile sığamadık. Uzaklarımız hep yakındı, mesafe anlamını yitirmişti, yüzünü görmek istedim sadece, aynada yüzünü aradım, yüzünü bulsam, yüzümü aramayacaktım, kayıplarıma ilk defa sevinecektim, bulamadım, ne yüzümü, ne yüzünü.

Ne kadar derindeyse o kadar acır.

O yüzden söküp atamadığımız acılar var, acısını sahiplendiğimiz kırıklarımız var ve iyileşse bile kanamaya devam edecek yaralar.

Acımı o yüzden sahiplendim, sızıma sahip çıktım, benimdi. Benim için olmasa bile bana aitti, çıkaramazdım onu içimden, çok derindeydi, çıkarsam daha çok acıyacaktı, o yüzden sessizce seyrettim bu sızıyı, geçmesini bile dilemedim, dinledim sessizce, her gün konuştum, her gece sayıkladım ve ayırdım diğer tüm yaralardan, birleri gitse bile acıları kalır, o acılar bile özeldir.

O gün gözlerim elaydı, saçlarımın rengi de açılmıştı, neredeyse tüm gövdemin rengi açılıyordu, soluktum, soluk soluğa kaldım. Elbiselerimin adını koyamıyordum, rengini de bilmiyordum, içimde canlılığını yitirmiş bir şeyler vardı, bu kesindi, o yüzden artık tüm renklerden şüpheye düşmüştüm, renklerin adı benim bildiğim gibi değildi artık, gözlerinde solduğundan beri…

Benim derdim hayallerle, sen değil hayaller bana ihanet etti. Her şeyin rengi soldu gözümde, kimse rengini bilmiyordu, bilenler de aslında bilmiyordu, sadece o renk olmasını umuyorduk gizliden ve artık gözlerim hiçbir renge inanmıyordu.

O gün gözlerim gerçekten elaydı ama artık ne renk olduğunu bilmiyorum, artık hiçbir rengi bilmiyorum ve inanmıyorum hiçbir göz rengine.

Ortadan kayboluşlarım için seviniyorum ve hayatımı ortadan ayırıyorum ikiye, miladımı kimse bilmiyor. Kendi içimde sıralamasını yalnız kendimin belirlediği acılarıma ağlıyorum. Gülen yüzlerde kendi yüzümü göremediğim için her yağmurda ağlıyorum, yağmurdan başka kimse bilmiyor ağladığımı. Herkes yağmurdan kaçarken ben yağmura yürüyorum. Çok ıslandım. Yağmurda gözyaşlarımı tutacak birini aradım, ellerin yoktu, yağmurdan gözyaşlarımı ayıracak birisi lazımdı, kardeşim yoktu. Sen de yoktun, bu yüzden yağmura karışmaktan başka çarem de yoktu. Tüm çarelerim sırılsıklam olmuştu. Karıştım yağmurla, sokaklar bile inanmadı ağladığıma, kimse inanmayınca umursamıyor insan ıslandığını, ben içimdekileri ıslatmak için ağladım ve ıslandım bu kadar, içimdekiler erisin istedim ve kaybettiklerimi artık aramayacaktım bu defa. Ümidimi tamamen yitireceğime dair bir ümit vardı içimde, sonsuzdu. Yağmur tükendi, üşüdüm, ıslanırken bu kadar üşümüyordum. Özledim sonra, annemin ters yüz, haroşa ördüğü kazakları. Milyonlarca yıl uzaktaydı. Annemin elleri yoktu yağmurdan koruyacak, ağlamamı engelleyecek. Her şeyi düz yüzünden görmeyi diledim sessizce.

Dümdüz bir çizgi bırakmak istedim ardımda, hayatımın arkasında, fırtına sildi tüm çizdiklerimi, adımlarım benim bile bulamayacağım kadar uzaklara savruldu, kayboluşuma üzülmüyorum, sevinmek için ise belki çok geç. Bu gecikme erkenle aynı manaya geliyor.


On Dokuz Eylül İki Bin On Dört 17 00
Nevin Akbulut

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder