22 Haziran 2016 Çarşamba

Küçük Kırmızı Balık II

Hangimiz daha çıplağız aynanın karşısında
Hangimiz daha kusurlu bu ayrılıkta?
Ne rezillik aynı gezegeni paylaşmak!

Deniz yerine akvaryumda olmayı istedim ben, büyük yerler bana göre değildi, kaybolurdum sonra, hele bu kadar unutkan da olunca nasıl yaşanılırdı bir balık karnına yem olmaktan?

Ben bekletmeyi severdin, bana beklemek düşerdi her defasında, öyle uzun sessizlikti ki o, durmadan içim sıkılırdı, unutmaya başladığım o kısa zamanlarda yaptığın hamlelerle meşhurdun, nasıl şaşırıp kalırdım, beceriksizdim, her defasında unutmaya çalıştığımda elime, yüzüme bulaştırmıştım. Yağmura denk getirmeye çalıştığım gözyaşlarım vardı, akvaryumun içinde kimse anlayamazdı ağladığımı, benim de yağmur yağdığını anlamamam gerekiyordu ama ıslanmayı hissedebiliyorsak, biraz özleme hissi de bulaşmışsa bir yerlerime içime az biraz insanlık kaçmış, kurtulamadım. Sürekli debelenmeyle geçti sensiz geçirdiğim o vakitler, seneler mi demeliyim? Ben o kadar uzun yaşayamam, bunu ikimiz de biliriz.

Telaşlarımda haklıydım, her şeyi son dakika kaçırmanın korkusu yerleşmişti bir kere içime, incinen yerlerimin derdinde olmadım hiç ben, ölümcül olmadığım sürece ki ölümcül olsa bile sevinebilirdim ama genellikle ölümcül sancılar öldürmüyor, bunu daha evvel öldüklerimden hatırlıyorum.

Yağmur var dışarda şimdi çıksam ıslanacağım, yağmur hep içimde benim, bunu gözlerimden anlayabilirsiniz. İçimdeki yağmur ayağımı kaydırıp düşürmüyor ama hayatın gözünden çok kez bir damlayla düştüğüm olmuştur, sürekli ıslanmaya alışık birisi kuruduğunda paniklemez mi? Ben panikledim, aynı sızıyı hissetmeye alıştığım için eksik hissetmeye başladım, akvaryumda nefes almak gibi, dışarı çıkınca yaşayamayacağımın o korkunç bilinciyle daha hızlı nefes almaya çalıştım, daha hızlı nefes alınca daha çok yaşarım seninle diye saçma bir şey geldi aklıma, ama zamanında, her şey zamanında olmalıymış, birkaç saniye erken bile olmazmış, tıkanan nefeslerimden anladım, o birkaç saniyede kaçırmak her şeyi, bir otobüsü, vapuru ya da herhangi bir şeyi, olduğundan büyük sorunlar yaratmaya mahkum içimizde bir yerlerde, kaçırınca birisini ardından bakakalmanın o saflığı, geri döner umutları gösterime giriyor göz önündeki film şeridinde. Geri dönmüyor, o yağmurda ıslanıyor, sen kendini hapsettiğin akvaryumda kuruyamıyorsun, daha fazla yükleniyorsun kendine, ağırlık yapıp dibe çökmek istiyorsun, dipte de ölemiyorsun, sadece her yeni gün biraz daha azalıyorsun, benim yaşamım o dipte boğulmak oldu, ben ancak boğularak yaşıyorum böyle nefes alabiliyorum.

Suyu senden kalan bir hatıra gibi saklıyorum içimde, o su tükenmesin diye her gün ağlıyorum, biliyorum, geldiğinde büyük ihtimalle akvaryumu boşaltacaksın, beni kurtardığını zannederek, nasıl uzaklaştığın buradan belli işte, ben boğularak yaşıyorum, bunu bilmeyeceksin. Yaptıkların ya da yapmadıkların hiçbir işime yaramıyor, her gece aynı yatağı dağıtıyorum ben, dağılan karıncalar gibi dağılıyor içim, paramparça ediyorlar biraz yemek için, içimde sana ait bir şey kalmayıncaya kadar yesinler istiyorum, sonra beynim karıncalanıyor, televizyon kapanıyor sanki göremiyorum hiçbir şey, gece olmuş sonra anlıyorum sessizlikten, kulaklarım hala iyi duyuyor gelmediğini, o kapı zilinin hiç çalmayacağına dair gerçek bir inancım var, duvardaki tablo kendimi ne zamandır görmemiştim, kendime ancak oradan bakabiliyorum, suyun yüzüne çıkıp, kendime öyle bakmayı isterdim ama öyle alıştım ki bu ıslaklığa, ayrılamıyorum. Hüznüm amacını aştı, artık sana üzülmüyorum çünkü düşünmüyorum, düşünmek çok defa sancılı, belki de uyuştu içim, içimin senden kalan yerleri bitti belki de…

Sen kafanı karıştırmakla meşgul ol, ben meşguliyetlerimi birbirine karıştırdım, ayrılamaz bütünlüklerim var artık, daha kalabalığım, daha yalnız, daha sessizim, daha az düşünüyorum, bolca susuyorum çünkü biliyorum artık kimsenin duymayacağını, vaktinden önce susamadığım için boğulacağımı, zamanında gidemediğim için incineceğimi biliyorum. Geç de olsa öğrendim, buralarda geç kalmak yaşama hevesini kırıyor, sen yine de kırılma istiyorum, zaten isteyemem hiç kırılmanı, beceriksizim.

Şimdi şuradan kalkıp atlardım da intihara çıkardı adım, yorgunum, hakkımda bir şey düşünülmesi bile yoruyor beni, hisli olmak mı? Sürekli duyguların ağır işlerde çalışması gibi ziyan artık, vefakâr olmadıktan sonra fedakârlık yaptığın şey bence boşuna, anlamsız… Şimdi kalkıp giderdim de yaşamak denilen şeye, uzunca bir yolum var ve gidecek ayaklarım yok artık, bekleyen ellerim var bolca, ahtapottan görmüştüm. Gitmeyi becerebilseydim son olurdu bu, yaşadıkça son olmuyor, boğulup yeniden kurtuluyorum, üstelik kendimden başka kurtaranım da yok, ne yalnızım, sıkıntıdan patlıyorum.

***

Sen olmayınca hiçbir şey yok gibi, unutuyorum her şeyi, yazı, baharı, sonbahar tanıdık bana, bir de dökülen yapraklar, sapları kırık, kimsesiz yapraklar, sahip olduğu şeyler bile terk etmiş onları, içi boş zamanlar, saatleri yok, mesafesi belirsiz yollar. Yörüngesi belli olmayan bir yolculuk, nereye gidersem hep aynı, hep başka, hep eksik, gökyüzü beni reddettiğinden beri bir inat var içimde, kuşlara dair, zamana dair, yaşama giden yolda koordinatlara dair.

Dışarı çıktığımda kendimi bir çiçek gibi hissettim!

Vakti gelmeden açan çiçekler gibi şımardım önce, sonra da sarktım, dış dünyaya açılan her pencereden, başım beton zemine çarptı her defasında, vaktinden önce öldüm. Evin etrafını saran, iyi yürekli sarmaşıklar bile kurtaramadı beni, sadece korktular, içten içe, sessiz bir üzüntüyle. Yoldan gelip geçen arabaların kornasıyla irkildim, ölüydüm aslında, zaman erkenden his kaybı yaşatmıştı bana, ama kornalar korkunçtu ve insanlar rahatsız. Mevsimlerden habersizdim, ne zamandır ulaşamıyordum bahara, belki de daha çok vardı, hem gelse bile artık onu göremeyecektim, gelse bile o benim kuru, kupkuru, etrafa kahverengi bir görünüm veren, ufalmış, toz zerreciklerimle karşılaşabilirdi ancak. Bazen mevsimler boyu uzayamıyordu boyum, yetişemiyordum sonraki mevsime geçişlere, ben sadece camdan cama geziyordum. Sonsuzluk sınırına yetişemeyecektim, bana kalırsa bu dünyadaki hiç kimse o sırra erişemeyecekti, sınırlıydık sırlarımız kadar, ömür denilen şeyle sınırlıydı yaşantımız. Bunca doğum, bunca büyüme, bunca koşturma ve telaş, bunca kırıklar, bir sürü dökükler, çaba, zamansızlık, yetmezlik, hepsi ölüme hazırlık içinmiş, bir sona gitmek için başlıyoruz hepimiz. Biraz daha koklamak, biraz daha fazla çalışmak hepsi son için. Biraz daha fazla su içmek o sonu ertelemiyor.

Zaten ben hep sonu olan şeylere bağlanır
Sonsuz olanlardan vazgeçerim.

Yüzmeye üşenir, öylece beklerim suyun içinde, bir balığın benden beslenmesini, çoğu zaman izin veririm buna, yaşamakla ilgili oynadığım bir oyun bu da. Çünkü sonsuz bir nefes diye bir şey yok. Nefesim yetmediği yerde yarıda keserim hayatı, nefes alıp, dinlenmek gibi gelir bu bana. Yorgunluğum dokunulmazdı ve varlığından hiçbir şey kaybetmiyordu, yanımdayken.


Otuz Ekim İki Bin On Dört 13 40
Nevin Akbulut

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder